"Yaşayabileceğimiz en güzel şey gizemli olanı yaşamaktır; çünkü bu tür, gerçek bilimin ve sanatın kaynağıdır. Bu duyguya yabancı olan, artık merakla ve heyecanla hayranlık duymayan birisi ölü gibidir, onun gözleri kapalıdır çünkü."

Albert Einstein (1930)

29 Ağustos 2013 Perşembe

Kısa Bir Not: Ben Özgürlükleri Severim, Yasakları Değil

Ben köylüye hizmet edeni, yol, su, yardım ve güvence götüreni severim.

Profesörleri, aydın kesimi ve öğrencileri yanına alıp, köylüyü siyasi tercihleri yüzünden cehaletle suçlayan, köylünün oyunu kendininkiyle bir saymayan ve millete tepeden bakanları ise hiç sevmem.


Ben kendini halktan biri sayan, onların arasına karışan, en ufak bir kuraklıkta dahi "Anadolu'da çiftçime ne oldu acaba?" diye iç geçireni severim.

Zor durumundan yakınan çiftçiye "Ananı da al git." ya da "Bana artistlik yapma lan." diyeni ise hiç sevmem.


Ben laikliğin asıl amacı olan inanç özgürlüğü için, halk istediğinde ona her dinin eğitimi verip bilgilendiren, ufkunu açanı severim.

Laiklik adı altında halkın inancına karışıp dini eğitimi yasaklayan, dine dair en ufak bir şeyi irtica diye nitelendiren, tarih ders kitaplarında Allah'ı yalanlatanları hiç sevmem.


Ben "Halkla beraber, halk için" diyeni, tüm milleti kucaklayıp sadece milletin menfaatleri için çalışanı severim.

"Halka rağmen, halk için" diyip, siyasal tercihleri yüzünden halkın bir kesimine aptal diyeni ya da halkı %50'ye %50 olarak böleni ise hiç sevmem.


Kısacası ben dini severim, dini kullananları değil. Laikliği severim, laikliği kullananları değil. 

Ben özgürlükleri severim, yasakları değil.

21 Ağustos 2012 Salı

Dayatma (michael sikkofield)

İş kazası bir ip cambazı için ölüm demektir, bankada çalışan gudubet suratlı Neriman Hanım için evrakların üzerine çay dökülmesidir.

Kar yağması bir çocuk için okulların tatil olmasıdır, bir yetişkin için trafiğin içine sıçılmasıdır.

"Başın sağolsun" lafı söyleyen için bir görevini yapma, bir vicdanını rahatlatmadır. Duyan için dünyanın en ağır lafıdır.

Cahile laf geçirememek, Galilei için engizisyon mahkemesine dünyanın döndüğünü anlatmaktır. Bir çocuk için Atari'nin televizyonu bozmadığını babaanneye anlatmaktır.

Kuran, inanmayan için saçmalık, öylesine inanan için evin bir köşesinde durması gereken Arapça kitap, gönülden inanan için lütuftur.

Terörist, bir Amerikalı için Müslüman, bir Türk için PKK'lı, bir Filistinli için İsrail devletidir.

Plüton, 5 sene önce lise giriş sınavlarına hazırlanan bir çocuk için gezegendir, bugün hazırlanan çocuk için değildir.

Savaş, aşırı zenginler için fırsat, generaller için onur, masumlar için ölümdür.

Korsan, yazarlar için hırsızlık, tezgâhtarlar için ekmek kapısıdır.

Huzur, bencil için sürekli cebini doldurup kendini garantiye almaktır. Kalender için tanımadığı üstü başı dağınık bir adama yemek ısmarladıktan sonra cebinde kalan son parayla dolmuşa binmektir.

Mütevazilik, kibirli insan için "mütevaziyim" demektir. Mütevazi adam için "ben de kibir sahibiyim" demektir.

Veli toplantısı, notları iyi olan öğrenci için pek bir şey ifade etmez, notları kötü olan öğrenci için kara kara düşünme zamanıdır.

Bayramlar ailesi olanlar için güzeldir, ailesi olmayan adam için sıradan bir gündür.

Tsunami bir Haitili için korkudur, Yozgatlı için "o ne amağa goyum"dur.

Kurnazlık, bir çocuk için bakkala çaktırmadan içinde taso var mı diye cipsleri kurcalamaktır. Bir bakkal için "kaşarım kötü abi, beyaz peynir keseyim sana" deyip elinde kalan beyaz peyniri kakalamaktır.

Vatanseverlik cahil için ölmektir, kafayı kullanan adam için hayattayken bir şeyler yapabilmektir.

İnternet, ufku dar adam için Facebook'ta okey oynamaktır, ufku geniş insan için bütün dünyaya ulaşabilmektir.

Akıllı çocuk, cahil anneye göre yerinde mal mal oturan çocuktur. Elinde kamerayla "komik bi şey yapsa da internet'e koysam" diye düşünüp bütün gün evladını çeken hödük anne için şımarık çocuktur.

Saygı, cahil müslüman için başka insanların içkisine sigarasına laf atmaktır, akıl sahibi müslüman için müzik dinlerken "ezan mı okunuyor" tereddüttüne düştüğü an müziğin sesini bir an kısıp dışarıyı dinlemektir.

Eğitim toplumun gözünde kolejdir, üniversitedir, diplomadır. Toplumun yanıldığını farkedenler için her türlü yeni bilgi ve fikirdir.

İnsan içgüdüyle doğuştan gelen çok az şey haricinde kendi gözlemleyip yaşadıklarıyla öğreniyor dünyayı. Her insan farklı hayatlar yaşıyor, farklı olaylar gözlemliyor, farklı kişilerle ilişki kuruyor, ve ne gariptir ki her şeyi bu kadar "görelilik" üzerine olan insanın doğruları, doğru kabul ediliyor. Halbuki Plüton 5 sene önce de aynı Plüton'du, şu an da aynı Plüton. Plüton kendini bozmadı, Plüton değişmedi, o her zamanki gibi öyle dolanıp durdu yörüngesinde, değişen sadece insanın doğruları oldu. Bir şeyin "doğru" olması, insanların veya toplumun onu doğru bellemesiyle alakalı değildir. Fakat yine de doğası gereği kusurlu olmaya mahkum insanın doğruları doğru kabul ediliyor bu hayatta. İdamlar, karalamalar, eğitim, adalet hep bu insanın doğrularına göre şekillendiriliyor bu dünyada. Medya, insanların sevmeleri gereken kişileri nefret ettirebiliyor, nefret etmeleri gereken kişileri sevdirebiliyor. Korkmaları gereken şeye alıştırabiliyor, alışmaları gereken şeyden korkutabiliyor. Zira insanlardan oluşan bir dünyanın doğrularını belirlemenin yolu, bu insanlara doğumlarından itibaren bir şeyleri "doğru" diye dayatmaktan geçiyor. İnsan onu doğru kabul ederse, o şey doğru oluyor.

Öyleyse bir soru soracağım.

Ya insanlar yanılıyorsa?

michael sikkofield: Dayatma

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Düşünme! Ya da Benim İstediğim Şekilde Düşün!

"Hangi partiye oy veriyorsun? Ya da hangi ideolojiyi desteklemektesin? Derin siyasi muhabbetlerde neler konuşuyor, neler tartışıyorsun? “Türkiye nereye gidiyor?” sorusuna hangi cevapları veriyorsun? Ülke yönetiminden memnun musun? Yoksa değil misin? Teröre sence ne zaman ve nasıl çözüm getirilecek? Yoksa getirilmeyecek mi? Türkiye istikrarlı bir pozisyona girebilecek mi? Bu ülkenin gidişatı nereyi gösteriyor?"

Çok heyecanlı değil mi? Bunları yazarken bile sanki bir yerlerden bu sorular bana yakın geliyor hissine kapılıyorum. Gariptir bunu anlamak biraz güç. Her şey bittiğinde bu soruların sana nereden tanıdık geldiğini anlıyorsun. “Her şey bitiyor diyorsun fakat her şey bitmedi ki.” diyorsan; tarih zaten her şeyin bittiği yerleri sana gayet güzel anlatır, diyorum. İşte o zaman bu perdeyi aralayıp içeri baktığında neler olduğunu görüyor, hangi partiye oy verdiğinin ya da hangi ideolojiyi desteklediğinin hiçbir önemi olmadığını kavrıyorsun.  Hemen kendi ideolojinin savunmasına geçtin biliyorum: “Bu böyledir, eğer bunu yaparsak kurtuluruz. Hiç kimse aklını kullanıp düşünmüyor.” Evet, sen düşünüyorsun; fakat onların istediği şekilde.

Seçenler ve seçilenler mi? Yoksa yönetenler ve yönetilenler mi?

11 Mayıs 2012 Cuma

Medeniyet Yağmuru vol.2 (Unutulan Teknoloji)

Evet, yine yeniden ilginç konularla karşınızdayım. Merak edenler olursa diye söylüyorum yazımın bu bölümü 1. bölüm gibi olmayacak. Sıkıcılığı bırakıp biraz fanteziye, tarihteki ilginç şeyleri kurcalamaya kaçacağız. Geçen yazımı tekrar okuduğumda açıkça belirtmek gerekirse, ben bile sıkıldım. Ama gerekliydi, çünkü ileride ortaya koyacağımız teoriler, tezler ve gerçekler, bu bilgileri vermemi gerektirdi. Bu arada şunu da söylemiş olayım; yazının bu bölümü dâhil bundan sonraki bölümler tarihsel araştırmalara dayalıdır, tarihsel belge ve kaynak niteliği içermemektedir. Bu bilgileri tarihsel kaynak olarak değil, teori ya da tartışma kaynağı olarak kullanabilirsiniz.

Aslında nereden başlayacağımı pek planlamadım. Doğaçlama şekilde konularımı sıralamaya başlasam iyi olacak. İlk olarak yine ilk medeniyete saygı gösterip Sümerlerle başlama taraftarıyım. Sümerlerin tarihi, çok değişik bir tarihtir. Ben bu adamları, araştırmaya başlamadan önce sıradan, tarım yüzünden yerleşmeye başlayan, yazıyı ve tekerleği bu sebeple bulan bir uygarlık sanıyordum. Araştırırken bile inanamıyorsunuz bazen, tarih anlayışınızı hatta işi abartırsanız dini inancınızı bile sorgulatıyor bu Sümerler. Çok sakat bir uygarlık vallahi. Neyse lafı fazla dolandırmadan bu adamlar neyi nasıl yapmışlar bir düşünelim.

Bu adamlar M.Ö. 3500’lü yıllarda Güneş Sistemi’ni çözmüşler. Tüm gezegenlerin yörüngelerini ve yerlerini kesin olarak biliyorlardı. Ne demiştik önceki yazımızda, bu adamlar M.Ö. 3000’li yıllarda Uranüs’ün neden eğik bir yapısının olduğunu açıklamışlar. Üstelik bu modern astronomi tarafından 1930’da keşfedilebilmiş ancak. Bir de Neptün olayı var tabii, 1977’de keşfedilen bu gezegeni, insanoğlu zaten Sümerler zamanında gayet iyi biliyor, gezegenin neden mavi olduğunu bile açıklıyordu. İşte size Sümerlerin Güneş Sistemini çizdikleri bir tablet:


(Olur da gözününüz kaçırır diye söylüyorum, soldaki iki adamın arasında Güneş Sistemimizi görebilirsiniz.)

Güneş Sistemimizle ilgili Sümerlerin bahsettiği tuhaf ve şaşırtıcı bir ayrıntı daha var: Kızıl Gezegen Nibiru. Sümerlere göre Güneş Sistemimizin bir sakini daha var ve diğer gezegenlerden çok farklı bir yapıya sahip. Diğer gezegenlerin yörüngesine ters bir yörüngeye sahip olan bu gezegen ayrıca Güneş etrafında daha eliptik bir hareket sergilemektedir. Sümerlere göre Güneş etrafındaki bir turunu 3661 Dünya günüyle tamamlayan bu gezegenin yörüngesi dünyanın yörüngesinin çok yakınından geçmektedir.


 (Kabataslak olarak Nibiru adlı gezegenin böyle bir yörüngesi var diyebiliriz.)

Sümer teorisyenlerine göre modern bilim Nibiru’yu keşfetmiş durumda. Teorilere maruz kalan ise kızıl görünüme sahip olan, 2001 KX76 olarak kataloglanan ve Plüton’un arkasında yer alan bir gök cismi.


 (Günümüz bilgileriyle bilinen 2001 KX76’nın yörüngesi.)
 -Daha net görmek için resmin üstüne tıklayınız.-

Açıklanan verilere göre 2001 KX76'nın yörüngesi Nibiru’nunkine çok benzememekte. Ayrıca 1983’te NASA’nın IRAS adlı uydusuna tanımlanamayan bir gök cisminin görüntüleri takılınca herkesin aklına doğal olarak Nibiru geldi, fakat NASA bunun bir galaksi olduğunu lanse etti.

Nibiru gezegenine bu kadar fazla değinmemin nedeni ileride buraya tekrar dönecek olmamız, fakat henüz ayrıntıya girmek için hazır değiliz dostlar. Nibiru konusunu; diğer gezegenleri keşfeden Sümerlerin bu gezegen hakkında yanılma olasılığı az gözüküyor, diyerek kapatıyorum.

Ben asıl olarak şu noktaya değinmek istiyorum: Modern teknolojiden yoksun olan bir uygarlık bu bilgilere nasıl ulaşabildi? Basit astronomik bilgiler değil bunlar, bu gezegenleri ayrıntılarıyla keşfetmek yüksek teknolojik aletler gerektiriyor. Peki, Sümerler bunlara sahipler miydi? Yapılan kazılarda Sümerlere ait böyle aletler bulunamamıştır ne yazık ki. Bu aklımıza 3 ihtimal getiriyor. 
1. ihtimal: Sümerler bu aletlere sahiptiler fakat bu aletler yıkıldıklarında yağmalanmış olabilir 
ki bu da o aletlerin tahrip olduğu ya da başka bir yerde saklı olduğu anlamına gelir. 
2. ihtimal: İnsanoğlu bu bilgilere zaten önceden sahipti. 
3. ihtimal: Sümerlere bu bilgiler öğretildi. 
Bu 3 ihtimal de insanı düşüncelere boğan, şaşırtıcı ihtimaller. Eğer o aletlere sahip olmuşlarsa bu teknoloji nereden geliyor? Zaten bilinen bilgilerse, kim ne zaman nasıl bu bilgilere sahip oldu? Kimler bu bilgileri Sümerlere öğretmiş olabilir? Bu sorulara günümüz biliminin insanoğluyla paylaştığı bilgiler dâhilinde cevap bulunamıyor.

Sümerlerin olmasa da aynı coğrafyada M.Ö. 2000’lerden sonra yaşayan Asurların bahsettiğimiz aletlere sahip olması mümkün. Bu olasılıklar 1. ihtimalimizi güçlendiriyor.


Bu fotoğraf, 1850 yılında arkeolog John Layard’ın Irak’ta yapmış olduğu kazılar sonucu elde etmiş olduğu bir merceğin fotoğrafı. Dünya üzerinde kullanılan ilk mercek bilinene göre Asurlara aittir. Asurlar Satürn’ün halkalarını keşfeden uygarlıktır ve Asurların, bu keşfi bir teleskopla gerçekleştirmiş olma ihtimalleri yüksektir. Asurların Sümerlerle aynı coğrafyada farklı zamanlarda yaşamış olmasıyla, mercek yapımının Sümerlerin bölge coğrafyasına bir mirası olduğu söylenebilir.




Peki, geçmişteki yüksek medeniyetlerde elektriğin kullanılmış olma olasılığı nedir? Yoksa çok mu aşırıya kaçtım bu sefer? Mantık çerçevesinde yaklaşırsak, hayır kaçmadım. Bir araştırma olmadan dâhi elektriğin geçmişte kullanılmış olması ihtimaller içinde diyebiliriz. Zira astronomi, tıp ve doğa olaylarında bu kadar gelişmiş medeniyetlerin, doğada kaynağı bulunan elektrikten haberdar olmaları pek de uzak bir ihtimal değil gibi görünüyor.

Yine aynı coğrafyada, aynı zamanlarda Asurlara ait olduğu düşünülen önemli bir bulgu daha var. Bu bulgunun adı, Bağdat Pili. Evet, yanlış duymadın arkadaşım, bildiğin elektrik üreten bir pil bu. Ne demiştik? Aşırıya kaçmak mı?


(Bağdat Pili ve Yapısı)

Elektrik ve elektronik mühendisliği okumamdan ve elektriğe karşı her zaman özel bir ilgim olmasından dolayı eski uygarlıklarda en çok bu konu beni heyecanlandırmıştır. Elektrik şu an medeniyetimizin simgesi durumundadır ve uygarlığımız bir bakıma onun ellerindedir. Elektrik, modern çağın getirisi değil; modern çağ, elektriğin bir getirisidir.  

Neyse konumuza geri dönelim. Bu pilin elektrik ürettiği araştırmalarla ve yapılan testlerle sabittir. Pil vardır fakat bölgede bu pilin bağlanabileceği herhangi bir devre elemanı bulunmamaktadır. Araştırmacıların en çok takıldığı nokta budur. Şimdi biraz mantık yürütelim ve Asurların o dönemde hangi bölgelere hâkim olduğunu düşünelim. Yoksa? Evet; Asurlar, Antik Mısır’a hâkim olan uygarlıklar arasındadır. Neden bunu belirtme gereği duydum diye düşünürseniz işte cevabı:




Bu çizimler Antik Mısır’dan arkadaşım. Neye benziyor? Ampule değil mi? Bunun ampul olmadığını iddia eden arkadaşlarımız bu konuda söyleyeceklerimin sonunda hala aynı düşünce içinde olurlarsa lütfen aramızdan ayrılsınlar. Bir elektrik ve elektronik mühendisliği öğrencisi olarak şunu söyleyebilirim ki, bu kesinlikle ampule çok benzemekte. Devreye şöyle bir göz attığımızda ampule bağlı olan kablonun diğer ucunun bir kutuya bağlı olduğunu görürüz ve bunun bir pil olduğunu söyleyebiliriz. Bağdat Pili’ni de Asurlar, Mısırlılar aracılığıyla elde etmiş olabilirler. Ayrıca ampulü ve içerisindeki teli havada tutan düzenek tam anlamıyla bir parafudra benzemektedir.  O da nedir, diye sorarsanız; buyurun size modern parafudr:


(Parafudrun görevi, elektriksel yalıtımı sağlamak, kısa devre sonucu oluşabilecek yüksek gerilimlere karşı devreyi korumak ve topraklamaktır. Şekli ise sabittir.)

Tekrar ampule dönecek olursak, tezimizi güçlendiren bir durumun daha var olduğunu söyleyebiliriz: Piramitlerin aydınlatılması. Bilindiği gibi piramitlerin içindeki hiyeroglifler, dışarıda değil piramitlerin içlerinde hazırlanmıştır. Bu şöyle bir sorunu ortaya çıkartıyor: Aydınlatma. Kimileri piramitlerin ateşle aydınlatıldığını söyler fakat piramitlerde hiç is izi bulunmamaktadır. Bu da ampulün kullanılmış olma olasılığını güçlendirmektedir.

Ampulün yapısına bakınca, içeride tel yerine bir yılanın kullanılmış olduğunu herkes fark etmiştir. Bu belki insanların kafasında soru işareti bırakmış, “Ampul değil oğlum bu.” dedirttirmiş olabilir. Fakat ben o yılanın bu tezi daha da güçlendirdiğine inanıyorum. Neden mi? Elektrik kullanımını simgelemek için "Electricus" adlı yılanın bu çizimlerde kullanıldığını düşünüyorum çünkü. Bildiğin elektrikli yılan balığı işte.

Son olarak bu görsele de göz atmanızı istiyorum:


Hâlâ ampul olmadığını düşünen arkadaşlara gelirsek, çıkmanıza gerek yok. Her fikre saygımız sonsuz, ufak bir şakaydı bizimkisi. :)




Orta Doğu ile işimizi bitirdiysek çok uzak bir bölgeye, Amerika kıtasına yol alma vakti geldi demektir. Bak görüyor musun, bilmem kaç bin yıl öncesinde bile Orta Doğu’yla Amerika arasında gidip geliyoruz.  Amerika denilince tabii hepinizin aklına ABD değil Mayalar geldi biliyorum. :) Neyse, bakalım Sümerler ve Mısırlılar değişik icatlarla uğraşırken Mayalar ne yapmışlar?

Bu adamların astronomide müthiş geliştiğini söylememe gerek yok herhalde. Mayalar da Sümerler gibi Güneş Sistemi hakkında müthiş bilgilere sahip bir uygarlıktı. Dünya yılını bırak, bu adamlar Venüs yılını bile hesaplamışlar. Bugüne kadar Maya tabletlerinin %30’u belki de daha azı çözülebilmiştir. Bu bile ne kadar gelişmiş olduklarını bize gösterir. Çözülebilen tabletler arasında Ay, Mars, Merkür ve Satürn hakkında çok uzun ve ayrıntılı bilgiler yer alır. Bu bilgilerin göze çarpanları bu gezegenlerin yörüngeleri, birbirleriyle ve Dünya’yla olan ilişkileri ve uyduları hakkında olan bilgilerdir. Gezegenleri bıraktık, Mayalar o gezegenlerin uyduları hakkında bile detaylı bilgiye sahiplermiş. Ayrıca Nibiru adlı bir gezegenimiz vardı Sümerlerde hatırlarsanız. İşte o Mayalarda da var. Bu nasıl oluyor, diye sorunca tekrar Sümerlerde karşımıza çıkan ihtimallerle karşılaşıyoruz.

Mayaların bir de bugünlerde çok sözü geçen takvimi ve 2012 olayları var. Onlara bu yazımda değil, ilerleyen bölümlerde değineceğim, diyerek yazıma devam etmek istiyorum.


(Mayaların mekaniğe hâkim olduğunu da yazıtlarına ve bulgularına dayanarak söyleyebiliriz.)

Elektrik ve mekanikten sonra işi biraz daha abartmaya ne dersiniz? İnsanların çok eskiden uçabiliyor olma ihtimali var desem tepkiniz ne olurdu acaba? Elektrik tamam da bu biraz fazla oldu derseniz, insanlar uçuyor şahitlerim var diyorum. İşte Mayalara ait olduğu düşünülen Peru’da dağa çizilmiş bir pervaneli uçak:

(İlk bakıldığında pek anlaşılmıyor fakat yakından ayrıntılı baktığınızda benzediğini göreceksiniz. Bunlara kesin damgası vuramam, sadece bir ihtimal. Ama yine de şaşırtıcı.)

Bu sefer daha güçlü bir bulguya ne dersiniz. Yine Mayalardan kalma bir maket:


İhtimaller daha da güçlendi değil mi? Bu maket yaklaşık 1900-2000 yıllıktır ve bir Maya mezarında bulunmuştur. Delta kanatlı, motor yerine sahip, pilot kabini var ve kuyruk kanatları bile doğru şekilde tasvir edilmiş, tam bir uçağa benzemektedir. İlginç değil mi?

Yazımızın bu bölümünün de sonuna gelmiş bulunuyoruz. Önümüzdeki bölümde bu sırlara yeni sırlar ekleyecek, Nibiru adlı gezegeni inceleyecek ve bu uygarlıkların destanlarına hep beraber göz atacağız. Yazımızı Mayaların çözümlenememiş garip çizimleriyle bitireceğim. Okuduğunuz için teşekkür ederim, takipte kalın. :)






7 Mayıs 2012 Pazartesi

Medeniyet Yağmuru vol.1 (Gökten Gelen Bilim)

      Tarih dediğimizde hep aklımıza oldukça yakın (Osmanlı Devleti gibi) zamanlar gelir. Fakat yakın tarih kadar tarihin başlangıcına inmek de çok önemlidir. Tarihin başlangıcından kastım ilk uygarlığın kuruluşudur. Değeri pek anlaşılmasa da, belki de insanlık için tarih adına en önemli noktalardan biridir bu.
     
      Konumuzun önemini vurguladıktan sonra esas başlıklarımıza geçebiliriz sanırım. Yazımız biraz uzun olacağından, okunaklı olması için alt başlıklar altında yayımlayacağım. İlk olarak yazımızda nelere değineceğimizi, hangi sorulara cevap arayacağımızı bir belirtelim:

·        Mezopotamya’da kurulduğu bilinen ve ilk uygarlık olduğu varsayılan Sümer Uygarlığının sahip olduğu bilim ve teknikler nelerdir?
·        Sümer Uygarlığının yanı sıra, aynı derecede onun kadar şaşırtıcı olan Mısır, Maya, Aztek, Hindu ve Uygur uygarlıkların yazıtlarında neler gizlidir?
·        Bu uygarlıklar ilk uygarlıklar arasında yer almalarına rağmen, gelişmiş matematik, geometri ve inşa tekniklerine nasıl sahip oldular?
·        Bu uygarlıklar sandığımızdan daha gelişmiş bir teknolojiye mi sahipler?


     Yazımız oldukça uzun olacak ve bölümlerden oluşacak. İlk bölümleri için sanırım bu kadar başlık bize yetecek. İlk bölümümüzde bu uygarlıklar hakkında bilgiler vermeye çalışacağım. Sıkıcı olmayan bir tarih sözü verdiğimi biliyorum fakat yazının geri kalanı için yetecek kadar bilgi vermek zorundayım. Ayrıca ekstra bilgi edinmek isteyenler araştırıp çok rahatça bu uygarlıklar hakkında bilgi edinebilirler. Tavsiyem tek kaynağa sadık kalmamanızdır.

     Bu ufak tavsiyeden sonra konumuza dönersek; sizin de gördüğünüz gibi tarihin kilit noktaları yukarıda belirttiğim sorularda yatıyor diyebiliriz. Günümüzde bilim insanlarının en çok kafa yordukları konulardan biri Mısır, Sümer ve Maya gibi eski ileri uygarlıkların sırrıdır. Bu uygarlıkların, günümüzden yaklaşık 5000 yıl önce yaratmış oldukları "ileri medeniyet" ve bu ileri medeniyetin kanıtı durumundaki şaşırtıcı eserlerin sırrı yıllardır süren araştırmalara rağmen tam olarak çözülememiştir. Bu çözülemeyen sırlar arasında kullanılan ileri geometri, piramitlerin inşası ve sahip oldukları şaşırtıcı özellikler, yazıtlarda karşımıza çıkan ileri teknolojinin habercisi olan simgeler, astronomi ve tıp bilimlerinin ileri seviyede olması yer almaktadır.


 


Konunun karışmaması ve dağılmaması açısından bu uygarlıkların özelliklerini teker teker açıklayıp, sahip oldukları bilim ve teknolojiden bahsetmeyi planladım. Sanırım bu sizler için iyi olacaktır. Tarihte bilinen ilk medeniyet olan Sümerlerle başlamak en doğrusu olur sanırsam:

Sümer Medeniyeti:




Sümer, Mısır ve Maya uygarlıkları gibi oldukça ilgimi çeken uygarlıklardan biridir. Sebebi ise ilk uygarlık olmaları ve buna rağmen bugün bile nasıl bulunduğu çözümlenemeyen bilim ve tekniklere sahip olmalarıdır. Bu sebeptendir ki hakkında en çok teori üretilen uygarlıklardan biri şüphesiz Sümerlerdir.

Sümerlerde Bilim:


     Yerleştiklerinde çanak-çömlek yapmayı ve madenleri işlemeyi bilen Sümerlerin, Aşağı Mezopotamya’da yaşadıkları biliniyor. Gelişmiş bir yapı tekniği kullanarak yerleştikleri kesimlerde muazzam bir sulama sistemi kurup, kanallar, barajlar ve bentlerle hem seli önleyip bataklıkları kuruttular hem de düzenli sulamaya dayalı bir tarım geliştirdiler. Ayrıca tekerleği icat eden toplum da Sümerlerdir.

     60 rakamına dayanan sayı sistemini kullanan Sümerlilerin “sos” dedikleri bu 60′lık birim, bütün zaman ve mekân hesaplarında kullanılmaktaydı ve onları bir uyum içeresinde birbirine bağlıyordu. Ayı 30, yılı 360 gün olarak hesapladılar. Gece ve gündüzü 12′şer saate böldüler. Bir yılı 12 ay olarak hesapladılar. Ay ve Güneş tutulmasını hesapladılar. Aritmetik ve geometrinin temellerini attılar. Çarpma ve bölme cetvellerini buldular. Daireyi 360 dereceye böldüler.


Sümerlerde Matematik:


     Sümerler, matematik ve geometrinin temellerini atmışlardır. (Dört işlemi bulmuşlar, dairenin alanını hesaplamışlar, çarpma ve bölme cetvelleri hazırlamışlardır.) Sümerlerde altmışlık denen bir sistem var. Dünyasal bir 10 ile "göksel" bir 6'yı temel rakam 60'ı elde etmek için birleştiriyorlar. Anlatılana göre bu sistem bazı yönleriyle bizim şimdi kullandığımız sistemden üstün ama en önemlisi yüzyıllarca matematiği yönlendiren yunan ve roma sistemlerinden kesinlikle üstün. Sümerler kendi sistemleriyle kesirleri bölüyor, milyonları çarpıyor, kök hesabı yapıyor ve sayıların üssünü alıyorlardı. (M.Ö. 4000 yılında)


Sümerlerde Astronomi:


      Sümerler astronomide de gelişmişlerdir. Burçları ilk Sümerler bulmuştur ve günümüze değin gelmiştir. Artıklı ve doğru bir takvim kullanmışlar, bir ayı 30, bir yılı 360 gün olarak hesaplamışlardır. Ayrıca güneş saatini icat etmişlerdir. Dünyada ilk kez ay yılı hesabına dayanan takvimi Sümerliler bulmuşlardır. Sümerler, "Ziggurat" adını verdikleri kulelerde uzayı da incelemişlerdir. 55 Güneş ve Ay tutulmalarını önceden saptayabildikleri, çeşitli kayıtlarda açıkça görülmektedir. Sümerlerin bir diğer astronomik bulgusu da, pek çok takımyıldızın haritasını çıkarmış olmalarıdır. Sümerliler astronomik çalışmalarında gezegenlere şekillerine göre isim verdiler. Uranüs gezegenini çok parlak ve çok yeşil olarak tanımladılar. Bu özellik bilim adamlarınca 1930 yıllardaki ilk keşfinin ardından kanıtlandı. Uygarlık ayrıca Uranüs’ün neden eğik bir yapısının olduğunu da açıklamış. Neptün’ün maviliğinden bahsetmiş olmalarına rağmen günümüz teknolojisiyle mavi gezegen Neptün 1977’de keşfedilebildi. Tabletlerdeki önemli veriler dönemimizdeki uzay araçlarıyla kanıtlandı. Sümerlerin tabletlerinde geçen, Güneş’in etrafındaki 1 turunu 3600 yılda tamamlayan Nibiru adlı kızıl gezegenin varlığı ise bilimsel olarak kesinlik kazanmamıştır.
               

Sümerlerde Tıp:     

 

     Tıpta gelişmişlerdi, onlara göre tıp 3'e ayrılıyordu: bultitu (terapi), şipir bel imti (cerrahi), utri maşmaşşe (efsunlar). En eski kanunları başarılı ya da başarısız doktorların ceza ve ödülleriyle ilgiliydi. Mezopotamya mezarlarındaki iskeletler beyin ameliyatı yaptıklarını kanıtlıyor. En eski mühürlerdeki yılan figürü hala tıp sembolü olarak kullanılıyor.


Sümerlerde Dil ve Yazı:




     Varsayımlara göre ilk yazıyı M.Ö. 3200 yıllarında Sümerler buldular. İlk yazıları şekiller üzerine kurulu yani her varlık ve olay için bir şekil kullandılar. Çivi yazısı işaretleri geçmişteki bir resim yazısına dayanır. Bir kavramı ifade eden işaretlere ideogram adı verilir. 

     Sümercenin Hint-Avrupa ve Sami kökenli dillerle akraba olmadığı bilinmektedir. Dilin bazı özellikleri Ural-Altay grubu dilleriyle büyük benzerlik gösterse de bazı dilcilere göre dil bu gruba tam olarak dahil edilemez. Hint-Avrupa Dil Ailesi’nden çok sondan eklemeli yapısı sebebiyle bazı araştırmalarda Moğolca, Türkçe, Japonca ve Korece ile yakın akrabalıkları iddia edilmektedir.


Sümerlerde Edebiyat:


     Sümerlilerin en önemli edebiyat eserleri; Gılgamış Destanı, Yaradılış Destanı ve Tufan Hikâyesidir.(Bu konuya yazının diğer bölümlerinde ayrıntılı olarak değineceğiz.)


Sümerlerde Hukuk:


     Tarihte ilk yazılı hukuk kuralları Sümerler tarafından oluşturulmuştur. Bu özellikleri ile Sümerlilere dünyadaki ilk Hukuk devleti denebilir. Otoritenin korunmak istenmesi hukuk kurallarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. 


Sümerlerde Toplum Yapısı:


     Devlet kentlerden oluşmuştu ve her kent surlarla çevriliydi. Kent içinde yüksek bir tepeye yapılan tapınak bulunurdu ki bu sosyal yaşamın merkezini oluşturmaktaydı. Yüksek seviyede bir iş bölümüne sahiptiler. 1. sınıfı din adamları ve askerler, 2. sınıfı halk, 3. sınıfı ise kölelerin oluşturduğu bir toplumsal hiyerarşi vardı. 






Sümerlere kadar bilinen tüm insanlık tarihi şunu söyler, insanlar avcı toplayıcı ilkel yaşamın en alt seviyesinde bir yaşam kültürüne sahipken birden bir şey olur. Bir medeniyet mantar biter gibi biter. Sümer Medeniyeti… Birden biter dedim çünkü hiçbir alt yapısı daha ispat edilmemiş bir medeniyettir. Bir anda sanki gökten inmiş gibi çağının en üst teknolojisine ve bilgisine sahip benzeri olmayan bir medeniyettir bu. Kısaca astronomi, tıp, araç gereç, mekanik bilgisi, sosyal kentleşme kültürü, alt yapısı bugünkü şehircilik anlayışına birebir uyan şehirleri, caddeleri, kanalizasyonları, ev yapıları, düzenli ordusu, adalet mekanizması, mahkemeleri ve daha birçok yaşam standardı…

“Birçok şeyin ilkini merak ederiz. ‘Bu ilk ne zaman yapılmıştı?’ diye kendimize sorduğumuz çok olmuştur. Sümer uygarlığından söz ederken merak ettiğimiz birçok ilke yanıt bulabiliriz. Dünya kültürünün üzerine kurulduğu bilgi birikiminin temelinde Sümerler vardır. Günümüzden yaklaşık 5000 yıl önce, MÖ 3000’lerde Sümerler yazıyı bulmuşlar, ilk kent devletlerini kurmuşlar, ilk yasaları düzenlemişler, ilk mit ve destan örneklerini vermişlerdi. İnsanlık bir tan sökümü yaşıyordu ve bunu sağlayan Sümerler olmuştu.” (Bilim Teknik Dergisi: Uygarlığı Doğuran Halk – Haziran 2011)

Bu gerçekten mümkün mü? Geçmişten gelen bir birikim, bir ön hazırlık olmadan, kabaca anlatımında bile yüksek seviyede olduğu anlaşılan bir medeniyet kurulabilir mi? Oysa Sümerlerden çok sonraları oluşan hemen hemen her medeniyet Sümerlerden çok daha geridir. Sümerlerin ulaştığı seviyeye gelebilmek için aradan 4000-5000 yıl geçmesi gerekmiştir. Oysa Sümerlerin örnek alacakları bir örnekleri yoktu. Daha önce öyle bir sistem hiç olmamıştı ve onlar en ideale yakın sistemi kurabildiler. Kral ya da rahipleri işi suistimal edip kendi diktatörlüğünü oluşturmadı. Oysa günümüzde bile seçimle iş başına gelip diktatörlüğünü ilan eden birçok insan var.

 

 


Antik Mısır Medeniyeti:





     En gizemli eski ileri uygarlıklardan biri hiç tartışmasız eski Mısır uygarlığıdır. Mısır'da binlerce yıl önce yaratılan ileri uygarlık ve bu uygarlığın bir türlü çözülemeyen "sırları" eski Mısır uygarlığının kökeniyle ilgili ilginç tezlerin ortaya atılmasına neden olmuştur.


Antik Mısır’da Bilim:





     Tarihçi Herodot’a göre, geometri Mısır'da doğmuştur. Bu, Nil'in taşmasıyla deltada su altında kalan tarım arazilerinin sık sık yeniden ölçülmesi ihtiyacından ve kaybolan ya da zarara uğrayan arazilerin her seferinde yeniden ve dikkatle tespiti ve vergi miktarının buna göre yeniden belirlenmesi gereğinden kaynaklanmıştır. 

     Mısırlılar kare, üçgen, yamuk gibi alanların yüz ölçümlerini bulabiliyor, bunların en zoru olan dairenin alanını hesaplayabiliyorlardı. Bununla da kalmıyor üç boyutlu şekillerin, örneğin silindirin, dikdörtgen prizmanın, piramidin, kesik piramidin hacimlerini hesaplıyorlardı. 

     M.Ö. 2000 yıllarında yağmur mevsimi sellerinden, kuraklık yıllarında yararlanabilmek için, Aşağı Nil Vadisi'ndeki dar ve kayalık boğazlara barajlar inşa etmişlerdi. Bunlar arasında 76 metre genişliğinde, 10 metre yüksekliğinde, taban kalınlığı 45 metreyi bulanlar vardı. M.Ö. 1900-1500 yılları arasında Nil ve Kızıl Deniz arasında Süveyş üzerinden bir kanal açmayı başarmışlardı. 



Antik Mısır'da Tıp:




     Eski Mısır'da tıp bilimi de çok ileri gitmişti. Tıbbi papirüslerin incelenmesiyle meydana çıkan tıp bilgileri ve cerrahi alandaki geniş ve sağlam bilgileri tıp tarihçilerini günümüzde bile hayrette bırakabilmektedir. Antik Mısır hekimleri iyileştirme becerileriyle antik Yakın Doğu'da ünlendiler. Bu hekimler içinde en ünlüsü İmhotep'tir. Herodot, Mısır tıbbının önemli ölçüde uzmanlaşmış olduğunu belirtmektedir. Bazı hekimler sadece baş ya da mide üzerinde çalışırken, göz doktorları ve dişçiler vardı. Tıp eğitimi veren kurumlar da oluşturulmuştu. Kazılarda bulunan tıbbi bir belge, Mısırlı hekimlerin geliştirdikleri anatomi, hastalıklar ve pratik tedavi hakkındaki deneysel bilgileri göstermektedir. 

     Yaralar, enfeksiyonu önlemek için bal emdirilmiş bezle, çiğ etle, keten sargı bezleri, ağlar, petlerle sarıldı ve tedavi edildi. Ağrıları gidermek için afyon kullanıldı. Sarımsak ve soğan, sağlık için kullanıldı ve astımlı hastaları rahatlatacağı kabul edildi. Mısırlı cerrahlar yaraları diktiler, kırık kemik uçlarını hizaladılar ve hastalıklı kol ve bacakları kestiler, fakat bazı hastalıklar onlar için de fazlasıyla ciddiydi. Yapabilecekleri tek şeyin, hastayı ölene kadar rahat ettirmek olduğunu kabul ettiler. 

     Bu ülkede her türlü tedavi ücretsiz yapılıyor, doktor ve diğer gerekli giderler devlet tarafından karşılanıyordu. Bu ülkede, hastalıkların tedavisinde kullanılan pek çok ilaç, günümüzde de kullanılmaya devam etmektedir.



Piramitler:



Antik mısırda bilimin oldukça geliştiğini gördükten sonra beni en çok heyecanlandıran kısımlardan birine gelebiliriz: Piramitler… Antik Mısır denince aklımızda ilk bir piramit belirir şüphesiz. Bunların en ihtişamlıları olan Gize Piramitleri bugün bile hala çözülemeyen sırlara sahiptir. Gelin bunları ufak ufak maddeleyelim:

·         En büyük piramit olan Keops Piramidi’nin dört kenarının dört ana yöne dönüktür ve boylam dairesini de tam piramidin doruğundan geçer.
·         Doruktan geçen diyagonal çizgiler kuzeye doğru uzatıldığında Nil Deltası'nı iki eşit parçaya bölmektedir.
·         Taban köşegenlerinin kesiştiği noktadan kuzeye uzatılacak bir doğru, kuzey kutbunun yalnızca dört mil uzağından geçmektedir.
·         Piramidin ölçüsü olarak kullanılan kübit eski Mısırlıların kullandığı ölçüdür ve Fransızların biriminden binlerce yıl önce bulunmuş bir birimdir. Bir kübit'in uzunluğu bir metreye çok yakın olmakla birlikte, metreden daha dakik bir birimdir. Çünkü bu ölçü metre gibi herhangi bir meridyen çevresine göre değil, kutup ekseninin uzunluğuna göre hesaplanmıştır. Meridyen uzunlukları, dünya çevresine göre değişkenlik gösterebilmektedir.

Büyük Piramit'in Mısır kübit'ine göre alınmış bazı ölçüleri, yerküre hakkında, dünyanın güneş sistemindeki yeri hakkında, sonradan, unutulup modern çağda yeniden keşfedilmiş bir hayli bilginin var olduğunu göstermektedir. Bu bilgiler ancak matematik olarak ifade edilebilmektedir:

·         Piramidin çevresi, bir yıl içindeki gün sayısını (365,24) göstermektedir. Bu çevrenin iki katı, Ekvator'da bir boylam derecesinin bir dakikasına eşittir.
·         Eğik kenar üzerinden, tabandan doruğa kadar olan uzunluk, bir paralel derecesinin altı yüzde biridir.
·         Çevreyi yüksekliğin iki katına böldüğümüz zaman, (pi) sayısı olan 3,1416'yı bulmaktayız (Bu rakam, eski Yunanlıların bulduğu pi sayısından, yani 3,1428'den çok daha gerçektir).
·        Piramidin ağırlığı 10 üzeri 15‘le çarpıldığında, dünyanın yaklaşık ağırlığını vermektedir.
·         Dünyanın kutup ekseni, doğrultusunu günden güne değiştirmekte ve böylelikle her 2,200 yılda güneşin arkasına yeni bir burcun gelmesine olanak vermektedir. ilk durumuna ancak 25.827 yıl sonra varmaktadır. Bu sayı da, 25.826.6 olarak piramitte ortaya çıkmaktadır. Bu sayıyı veren, taban köşegenlerinin toplamıdır.
·         Piramit'in yüksekliği 109'la çarpıldığında Dünya'nın Güneş'e uzaklığı yaklaşık olarak çıkmaktadır.

     Bunlar M.Ö. 2500'lü yıllarda sahip olunan bilgiler ve teknolojiler. Sümer ve Mısır uygarlıklarında şimdiye kadarki gördüklerimiz, o medeniyetlerden günümüze, aslında medeniyetin gerçek anlamı bakımından bir gelişme kat etmediğimizi gösteriyor. Onlar ise bu medeniyeti geçmişte bir bilgi birikimi olmadan kurdular, geliştirdiler ve dünyanın ilk uygarlıklarını kurdular. Belki de o medeniyetlerden önde olduğumuz tek konu makinelerimiz ve elektrik. Ki ben bu teknolojilerin o zaman da var olabileceğine inanıyorum, fakat bunları yazımın ikinci bölümünde dillendireceğim.


 


Maya Medeniyeti:





     Günümüzde en çok konuşulan antik medeniyetlerden birisi de su götürmez olarak Mayalardır. Oldukça gelişmiş toplum yapıları, inşa tekniklerine sahip olmalarına rağmen astronomide aşırı gelişmiş olmalarıyla adlarından söz ettirirler. Geçmişte yaşanan ve diğer medeniyetlerde destanlar olarak geçen doğa olaylarını belki de en ayrıntılı şeklinde onlar bugüne aktarmışlardır. Mayaların bu anlatımları, Sümer, Antik Mısır vb. uygarlıklardaki benzer destanları yazımızın diğer bölümlerinde sizlerle paylaşacağım. 

Mayalarda Astronomi:





     Astronomik gözlemleri oldukça kesin ve net biçimdedir. Ay ve gezegenlerin hareketlerini diyagramlar aracılığıyla açıklamışlardır. Güneş tutulmalarını önceden tahmin edebilmişlerdir. Diğer Orta Amerika uygarlıkları gibi, Avrupa’da kullanılan Jülyen takvimininkine kıyasla çok daha kesin bir "güneş yılı"na dayalı bir takvime sahiptiler. Güneş yılını Mayalar 365,2420 olarak belirlemişlerdi; modern astronomiye göreyse güneş yılı tam olarak 365,2422 gündür. Yani dakika ve saniye gibi zaman ölçülerinden yoksun olduğu varsayılan Mayaların hesabı ile modern astronominin hesabı arasındaki yıllık fark yalnızca 17 saniye idi. Dinsel takvim 260 (20x13), güneş takvimi ise 365 günden (kin) oluşuyordu. 365 günlük güneş yılını 20 günlük 18 ayın sonunda, eski Mısırlılar ve Yunanlılar’daki epagomenayı andırır tarzda, yaptıkları beş günlük ilaveyle elde ederlerdi ki, buna bu yüzden “muğlak yıl” da denir. Her iki takvim için 18.980 günlük bir periyot sonunda, yani 365 günlük 52 yıl veya 260 günlük 73 yıl sonra bir çakışma söz konusuydu, bu periyot 52 “muğlak yıl” olarak belirtilir. 


     Maya astronomisi, ilginç biçimde, ancak bugünkü modern astronomi hesaplamalarıyla bilinen "Venüs yılı”nı da daha o zamanda hassas bir biçimde saptayabilmişti. Mayaların 584 gün olarak hesapladıkları Venüs yılı günümüzde 583.92 gün olarak saptanmıştır. Mayalar Venüs’e bilinmeyen bir nedenle neredeyse Güneş’ten bile daha fazla önem vermişlerdir. Ayrıca Mayalar iki yeniay arasında geçen süreyi (kavuşum ayını) 29,53020 olarak hesaplamışlardır ki, bu süre günümüzde 29,53059 olarak saptanır. 



 



     Görüldüğü üzere Antik Mısır uygarlığı başta olmak üzere, Sümer ve Maya gibi ilk uygarlıkların zamana göre inanılmaz bir seviyeye ulaşmıştır. Peki, bu uygarlıkların beslendikleri, bilmediğimiz bir kaynak olabilir mi? İşte aydınlanmayan sırlar bu soruyu akla getirmektedir. Bu soru şüphesiz ki sizin de aklınızı kurcalamaya başlamıştır yazının başından beri. Yazımızın bir sonraki bölümünde aydınlanmayan sırlara yenilerini ekleyecek ve bu soruya cevap olarak ortaya atılan teorileri ve yazıtlarda ortaya çıkarılan güçlü kaynakları ortaya koyacağız.

     Takipte kalmanız dileğiyle.

5 Mayıs 2012 Cumartesi

"Amacınız Nedir?" Derseniz

Bu yeni ve tazecik bloğumuzun ilk yazısıyla karşınızdayım. Aslında biraz heyecanlı sayılabilirim, gerek böyle bir şeye ilk defa kalkışmam, gerekse bloğun içeriği sebebiyle olsun. İçerik demişken, bloğumuzu tarihin bilinmedik köşelerine yelken açmak için kullanacağımızı belirteyim. Tarih lafını duyunca yüz kırıştıranlar, o kelimeyle bile sıkılanlar olabilir; aman diyeyim kapatmayın sayfayı. Ders kitaplarında öğretilen, pasif, ezbere dayalı, objektif olmayan, birileri tarafından servis edilen tek yönlü tarih değil; dinamik, sırlar ve heyecanla dolu, meraklandırıcı ve çok yönlü bir tarih bu bahsettiğimiz. Cumhuriyetin kuruluş yıllarından, Mısır ve Sümer gibi inanılmaz uygarlıkların kökenine, kısacası uygarlığın başladığı yere kadar bilinmeyen veya yanlış bilinenleri ortaya koyacak, kıyıda köşede kalan bilgileri saklandıkları yerden çıkaracağız hep birlikte.

Bu bloğu açmamın sebebine gelecek olursak; gerçek tarihle tanışmam ve onu sevmemden dolayı herkesi tarihle dost yapmayı amaç edinmemdir. Bu dünyada ikinci plana itilen fakat aslen insanların temel olarak öğrenmeleri gereken iki bilimin sosyoloji ve tarih olduğunu düşünürüm. Bulunduğumuz çarpık toplum yapısının nedenlerinden biridir tarih bilmemek. Sadece bugünü yaşamak ve geleceğe kör bakmaktır geçmişe uzak olmak. Çünkü ileri görüşlü olmak ancak tarih bilmek ve tarih bilincine sahip olmakla mümkün olur. İşte bu bahsi geçen tarih bilincini bu blogta kazanmaya çalışacağız. Tarihin sadece ezber değil, araştırmaya dayalı ve kişisel yorumlara açık bir tartışma konusu olduğunu göreceğiz.

Yakında yayımlayacağım yazımda Mısır ve Sümer uygarlıkları gibi uygarlıkların kökeni, insanoğlunun kurduğu ilk uygarlığın sırları, Mısır, Sümer, Aztek, Maya, Hint uygarlıklarının yazıtları ve tabletlerinde anlaşılamayan simgeler, inşa sırları ve zamana göre gelişmiş teknoloji konularım olacak. Umarım beni takip etmekten zevk alırsınız.